Hani yazılarıma başlarken macera başlıyor demiştim ya, hakikaten macera yaşıyoruz. Her şeye rağmen gayet güzel, eğlenceli, biraz hüzünlü ama mutlu. Tam pembe dizi. Bütün duygular Avustralya maceramızda var. Kaçırmayın derim…

Adelaide’dan yola çıktığımızda nasıl heyecanlıyız anlatamam. Çünkü bütün kıtayı boydan boya geçip yarışın başlayacağı SAGUAR’ın testlerini yapacağımız yere gidecektik. Neyse başlayalım artık di mi yaşadıklarımıza?

Önce SAGUAR’ın test yapacağı yere kadar 800 850 km kadar yol kat ettik. Test alanına gelince yapılacak işlerimiz vardı. Ancak işe başlamadan önce karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Pilakiler, ton balıkları, meyve suları çıktı masaya. Hep birlikte yedik yemeğimizi. Artık uyuma vaktiydi. Hepimiz yatacak bir yer bulduktan sonra sabahın ilk ışıklarına kadar uyuduk. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber SAGUAR’ı kutusundan çıkarıp şarj etmemiz gerekiyordu birde üzerinde birkaç oynama yaparak teste hazır hale getirdik. SAGUAR ilk defa Avustralya yollarında gidecekti. Yola çıkardığımızda birkaç ufak problemle karşılaştık. Onları da hallettikten sonra SAGUAR testine başladı. İlk olarak Kerem geçti direksiyona. Yaklaşık 75 km kullandı SAGUAR’ı, maşallah diyelim çok güzel gidiyordu SAGUAR, yokuşları çok güzel çıkıyor düz yolda çok iyi gidiyordu. Düz yolda 120 km/h hıza çıktığı dahi oldu. Bir mola yerinde durduk ve direksiyona Muhammed geçti. Yaklaşık 85 km kullandı SAGUAR’ı, oda aynı şekilde gayet güzel gitti. Yüksek hızlara çıktı Muhammed. Arabada biraz savrulma sorunu vardı. O da direksiyondan kaynaklanıyordu. Mekanikçiler sorunu halledebileceklerini söylediler ve tekrar SAGUAR’ı trailer e koyduk. Yolumuza devam ettik. Bütün gecenin yolda geçeceğini konuşmuştuk ancak tehlikeli bir işe kalkığımızı yola çıktıktan sonra anladık.

Ayın 15’inde yola çıktık, tahminlerimize göre 3-4 günde gidecektik. Ancak yaşadıklarımızın ardından bu tahminin anlamsız bir heyecandan başka bir şey olmadığını anladık. Sanırım Dünya’nın en tehlikeli yollarından birisi de Stuart Highway olsa gerek. 3027 km boyunca dümdüz gidiyorsunuz. Çok az virajlar, inişler ve çıkışlar var. Yol çölden geçtiği için tamamen aynı manzarayı yol boyunca görmek zorundasınız. Zaten insanı yoranda bu. Yola çıktığınızda şöyle bir bakıp vay beee burada araba kullanmak ne kadar eğlenceli olur diyorsunuz ama bir iki saat arabayı kullandıktan sonra neyin ne olduğu anlaşılıyor. Bu Avustralya’nın yolları düz olduğu için, (bazen) bizim bildiğimiz tırların 4 katı kadar uzun olan Road Trainler var . Onların şöförleri diyorki ‘’ bu yol Dünya’nın en tehlikeli yollarından. En ufak hatayı affetmez.’’ Yolu görüp de bunu duyduğunuzda hadi canım sallama diyesiniz geliyor, ancak hakikaten haklı. Yol daracık. Yolun bitiminde hemen banket başlıyor. Arabayı biraz savursanız yolun dışına çıkıyorsunuz. Bu kadar detaydan sonra sanırım yolun nasıl bir yol olduğunu anlamışsınızdır. Birde üstüne üstlük gece gittik bazı yolları. O gece gittiğimiz yollarda iki kanguruya çarptık. İlkine Kerem çarptı. Kerem kullanıyordu kamyoneti. Neyse ki kamyonetin önünde rollbar var. Kanguru rollbara çarptı, havada iki parende atarak yolun kenarında düştü. Şahsen benim içim cız etti. Gözlerim doldu can çekişini görünce kangurunun. Olayın ardından kamyoneti tekrar ben devraldım. Ama görseniz yolun sağında solunda her yerde kanguru var. Geceleri yola inermiş burada kangurular. Belki 100 150 tane kanguru gördük. Kamyoneti ben devraldıktan sonra 1-2 km gittik gitmedik bir kanguru sürüsüne daha denk geldik. EEE Kerem bir tane kanguruya çarptı ben çarpmazsam olur mu? Kanguru yolun kenarında duruyordu. Bende onu görünce hızımı kestim. Ancak kanguru birden yola atladı. Frene asıldım ancak o kadar kısa mesafede durmam imkansızdı. Kamyonete takılı olan trailerin sol arka tekerine çarptı hayvanceğiz. Biraz traşladım kanguruyu. Jantta kangurunun tüyleri kalmıştı. Kimilerine göre seke seke ormana doğru kaçtı ama bence oda ne yazık ki öldü. O şoku da atlattıktan sonra, yolumuza devam ettik. Makara muhabbet her şey çok güzel gidiyordu. Ancak artık yorulmuştuk. Herkes yavaş yavaş uyku moduna geçti. Mahmut zaten arabaya biner binmez uyuyor. Aslında en iyisini yapıyor. Yolu izle izle nereye kadar? 3000 km aynı şeyi izlemek sıkıyor adamı. Uyumak en iyisi. Uyumadan geçmez bu yol.

Birde yolda benzin olayı var. Kamyonet içiyor benzini. Resmen fondip yapıyor. Benzini fullüyoruz, geçiyorum direksiyona tam keyfini çıkaracağım ooo full depo diye 150-200 km gidiyorum hooop nerdeyse yarıya iniyor benzin ibresi. Nasıl sinirim bozuluyor. Bu kısa detaydan sonra maceramıza devam edelim.

Alice Spring’e kadar geldik. Arabalara benzin alıp, şoför değişimlerinin ardından yolumuza devam ettik. Ben de kamyoneti Muhammed’e devretmiştim. Kia’da Fatih, Lancer’da Salih vardı. Kamyoneti devretmenin mutluluğuyla kia’ya geçip uyumaya başladım. Ara ara uyanıp muhabbete katılıyordum. Kanguru tehlikesi olduğu için yolumuza yavaş yavaş devam ediyorduk. Uyumayanlar her zaman olduğu gibi eğlenmeye devam ediyordu. Uyumayanların önemli bir görevi daha vardı. Rota belirleme. Yolun neresinde ne var. Defterlerimize yazıyorduk. Yarış başladığında neyin ne olduğunu bilerek yolumuza gitmek için detaylara önem vere vere notlarımızı alıyorduk.

Güneş yavaş yavaş doğuyordu. Bir ara gözümü açıp yolu seyretmeye başladım. Kocaman kocaman karınca yuvaları vardı. Karıncalar burada yuvalarını yüksek yapıyorlar. Bizim bildiğimiz gibi sadece bir delik olmuyor karınca yuvaları. Biraz ihtişamlı oluyor buradaki karıncaların evleri. Muhammed telsizden ‘’abi karınca yuvalarına bakın’’ dedi o sırada bende iyice uyandım. Çünkü çok sıklaşmışlardı. Yolun sağı solu her yer karınca yuvası. Neyse onları izledikten sonra ben tekrar uyumaya daldım. Bir tane U şeklinde yastığım var. Her yerde çok güzel uyunuyor.

Biz önden gidiyoruz kia ile, lancer arkadan geliyor. Kamyonette ikimizin arasından geliyor her bir arabanın arasında 400-500 metre bırakarak gidiyorduk. Ben tam uykuya dalmıştım, kötü bir ses ile uyandım. Saat sabah 9 civarıydı. Salih telsizden ‘’ Abi Kamyonet kaza yaptı’’. Nasıl dikildiğimi bir ben bilirim. Kalp atışları falan hızlandı tabii. Hemen geri döndük. Manzara kötüydü. Hemen Ercüment ile Muhammed’e baktık. ÇOK ŞÜKÜR ki ikisi de çok iyilerdi. Bütün malzemelerimiz yola dağılmış. Malzeme kutusundan eser kalmamıştı. Bavullarımız falan sürüklenmiş. Kamyonette de durum kötüydü. Sağ tarafının üstünde sürüklendikten sonra takla atarak durmuş. Kamyonetin üstü ezilmiş Ercü’nün olduğu yer baya ezilmiş. Gerçekten sağ salim çıkmaları Allah’ın bir lütfu. Neyse onların iyi olduğunu anladıktan sonra kamyoneti yolun ortasından kaldırma işini yapmamız gerekiyordu. Çölün ortasındayız. Şans o ki uydu telefonumuz bile çalışmıyordu. Çekmiyordu telefon. Yardım çağıracak bir cihazımız yoktu doğal olarak. Neyse ki yoldan geçen Avustralyalılar çok yardım sever. Bir abi gelip 15 km geride acil durum telefonu var oraya gidip yardım çağırayım isterseniz dedi. Sevindik tabii lütfen dedik. Abi hiç durmadan bastı gitti. Ardından bir road train geldi. O da kendi telsizinden acil yardımı çağırdı. Yarım saat sonra polis ve ambulanslar geldi. Ambulanslık bir durum yoktu ama önlem için getirmişler sağ olsunlar. Araba ve trailer resmen bir birine yapışmış. Ayıramıyoruz. Birde olaya yeteneksiz acil yardımcılar dahil olunca olay iyice işin içinden çıkılmaz hale geldi. Araba yolun ortasında duruyor ve çölün ortasında trafik yarattık resmen. Neyse arabayı çeke çeke yolun kenarına getirdiler. Sanki kendi sorunlarımız yetmiyormuş gibi birde eşyalarımızı ve SAGUAR’ı taşıyan kamyonetimiz artık yoktu. Yine Allah’ın bir lütfü SAGUAR’ın içinde durduğu kutuya, trailere hiçbir şey olmamış. Bu demek oluyordu ki her şeye rağmen bir şekilde bu yarışa katılıp yarışmalıydık. Fatih, Ben, Tarık, Resul, Erdem kazanın şokunu atlattıktan sonra olayları çözümlemek için 160 Km geride olan Alice Spring’e gittik. Araba kiralama firmalarına baktık. Alice spring’in bulunduğu eyalette yaş sınırından dolayı bize kamyonet ya da trailer çekecek bir araç vermiyorlardı. Kara kara bu treyleri nasıl Darwin’e götüreceğiz derken, karşımıza Global gren Challenge komitesi ve arabaları çıktı. Hemen arabalarının arkalarına baktık çekme halkası var mı diye, evet beklediğimiz gibi çekme halkası vardı arabalarında. Ancak komitedekiler arabalarının başlarında değillerdi. 1 saate kadar arabanın başında güneşin altına bekledik gelsinler diye. Geldiklerinde durumu anlattık. Önce biraz düşündüler. Bizim araba çekebilir mi falan dediler ama en sonunda kabul ettiler sağ olsunlar. Kabul etmekle kalmayıp baya bir yardım ettiler. Hem manevi olarak hem de bize maddi karşılığı olacak işleri bedava yapmamızı sağladılar.

GGC komitesi ertesi sabah yola devam edecekti. Bizde mecburen onlara uyarak gideceğimiz için kamp yapmak zorundaydık. Ancak etraf çöl. Sabahları hava çok sıcak oluyor ancak akşama doğru soğuk başlıyor ve hayvanlar ortaya çıkıyor ve etrafa yayılan malzemelerimizi toplamak için kaza yaptığımız yere çadır kurmak zorundaydık ve o gece orda kalacaktık. Oda bizim için sorun değil. Nasıl olsa hep beraberiz. Allah’a şükür ki hepimiz gayet iyiyiz. EEE mutlu olmamak için bir neden yok ortada o zaman=) Çadırlarımızı kurduk, bir yandan da birkaç arkadaş malzemeleri kutuluyordu. Yolun kenarındaki eşyalarımızı, malzemelerimizi, valizlerimizi toplayarak düzenli bir şekilde SAGUAR’ın olduğu kutuya yerleştirmeye çalışıyorlardı. Neyseee, kampımızı kurduk, Resul abide bir güzel kamp ateşimizi yaktı ve etrafında barbunya pilakilerimizi ve ton balıklarımızı afiyetle yedik ve yorucu bir günün ardından deliksiz bir uyku herkesi bekliyordu.

Sabah 6 gibi uyanarak komiteye uyarak çöldeki tarihi yerleri gezerek yolumuza devam ettik. Mola yerlerinde çadırlarımızı GGC komitesiyle beraber kurduk. Artık yavaş yavaş komiteyle aramızda duygusal bağlar oluşmaya başladı.

Yolumuza devam ederken GGC komitesinin son durağı Kathrine kasabasında bir kamp alanıydı. Kathrine, Darwin’e 300 km uzaklıkta bir yer. SAGUAR’ı GGC komitesiyle bırakarak biz yolumuza devam ettik ve akşam 9 gibi Darwin’e vardık. Artık bir sorunumuz daha vardı. Nerede kalacaktık. Çadırlarımız var ama çadır kuracak alan yok. Hostel var ama yer yok. Böyle saçma bir durum içinde yorgunluktan ölmüşken kalacak bir yer, kafamızı sokacak bir çatı arıyorduk. Aynı zamanda banyo sorunu her geçen saat artıyordu. Çölde geçen 4 günden sonra güzel bir banyo iyi gidecekti. Ama nerdeee. En sonunda bir düzlük bulduk. Dedik burası kamp için çok uygun. Tam çadırları kuracaktık hooooooopppp bir uçak yanımıza inmeye başladı. Meğerse durduğumuz yer hava alanının dibiymiş. Zaten bizde şans olsa… Tekrar oradan toparlandık. Şehirde geze geze benzini de bitiriyoruz (Şimdi diyeceksiniz ki birilerine sorsanıza gezeceğinize, merak etmeyin onu da yaptık. Ancak Avustralya’da akşam 4-5 gibi hayat bitiyor. Hosteller para vermenize rağmen müşteri kabul etmiyor. Çadır kuracak yer soruyoruz, buralarda çadır kuracak kamp alanları akşam 6’dan sonra müşteri almaz diyorlar. Tam haydaaaaa diyecek durum değil mi?). Resmen o kadar yorgunluğun üzerine kalacak yer bulamadık. Yolda etrafa baka baka giderken, GPSlerimize hostel hostel isim yazarken yine de bir şey bulamadık. Her şeye rağmen arayışımıza devam ediyorduk ki yol kenarında kap karanlık bir kamp alanı (burada kamp alanları paralı). Bir görevli aradık ama yok yok yok. Avustralya’da HİÇ BİR ŞEY YOK!!!!!!!!!!. Yapacak başka bir şey kalmadığı için direk girdik içeriye. Baktık ses çıkaran yok. Çadırları dahi kurmadan (yorgunluktan) uyku tulumlarını yere serip direk uykuya daldık. Beklentimizin aksine sanırım yorgunluktan çimen toprak karışımı bir yerde sadece uyku tulumunu üstüme örterek ( uyku tulumunun içine bile girmeden) deliksiz bir uyku uyudum. Sinek minek vız geldi. Yemişler her yerimizi ama uyumanın ne kadar önemli bir şey olduğunu böyle zamanlarda anlıyorsunuz. Konu dağılmadan uyandıktan sonra yaptıklarımıza geçeyim. Uyandık ve her zaman ki gibi bir ses Food Manageeeeeerrrr yemekleri hazırla ( Avustralya’da ki görevlerimden biri de Food Managerlık. Burda herkesin bir managerlık görevi var. İş bölümleri yaparak olayları daha hızlı çözüyoruz). Food Manageeeerrr kahvaltı nerede sesleri. Daha yeni uyanmışım. Birde hani hazırlanacak yemek olsa içim acımayacak. Her gün ton balığı, pilaki yemekten gına geldi. Bazen sadece kuru ekmek… Allahtan meyve sularımız varda onları içmek iyi geliyor. (Çok samimi bir şey söyleyeyim mi? Hani bıktık ton balığından, pilakiden diyoruz ama hep beraber o sofraya oturuyoruz ya. Gerçekten mutlu oluyor insan. Tüm aksiliklere zorluklara rağmen, hani çöldeki bedevinin başına gelmeyecek her şey başımıza gelmesine rağmen beraberken şahsen kendi adıma hiçbir şeyden şikayetçi değilim). Yemeklerimizi yedikten sonra duş alalım dedik. Buradaki kamp alanlarında duşlar ve tuvaletler oldukça temiz. Duşumuzu bir güzel aldıktan sonra Hidden Valley ( Yarış padoklarının olduğu yer)’e gittik.

Yarış alanına geldiğimizde resmen hayal kırıklığı yaşadık diyebiliriz. Bu kadar ileri mühendisliklerin ortaya çıktığı yarışın organizasyonun daha iyi olmasını bekliyorduk. Hani görsellik falan. Burada olay sadece yarışa odaklı. Sade şeyler var. Yarışa başlayacaksınız ve bitireceksiniz. 3000 km’lik yolda yaşanacaklar zaten bir organizasyon yapılmasına gerek bırakmıyor. 3000 km’lik bir yarış zaten kendi başına bir organizasyon oluyor. Birde burada bir olaya değinmek istiyorum. 3000 km dendiğinde böyle basit bir şeymiş gibi geliyor. Şahsen bize de öyle geliyordu. Ancak olayı yaşadığınız zaman neyin ne olduğu ortaya çıkıyor. Düşünebiliyor musunuz 5 gün yolda geçiyor. Yolda bildiğimiz yollar gibi değil. ÇÖL. İki şehir arası 1000 km oluyor. Yolda gördüğünüz kasabalarda zaman zaman yiyecek bir şey bulmakta zorlanıyorsunuz. Düşünün böyle bir ortamda mühendislik yapıp ülkenizin adını böylesine bir olayda duyuruyorsunuz. Güzel hem de çok güzel. Detaylardan sonra yazımıza devam edelim efendim. Nerde kalmıştık? Organizasyon olayından bahsediyorduk. İki yıl boyunca incelediğimiz takımların artık yanındayız. Dünya’nın en büyük üniversitelerinin yanında bir Türk üniversitesinin adı duyuluyor ve anons ediliyor. Ne kadar büyük bir gurur bu SAİTEM üyeleri için ve bize güvenenler için.

Hidden Valley park alanında artık en son hazırlıklarımızı yapıyoruz. Hazırlıklarınızda bir bitmedi dediğinizi duyar gibiyim. Ancak ne yaparsınız, her şeyin mükemmel olması için uğraşıyoruz. Umarız ki Allah yüzümüze bakar bir sorun çıkmaz da yarışı başarılı bir şekilde bitiririz. Buralara kadar gelmek ve yarışacak olmak bile bir Türk üniversitesi için büyük başarı.

Burada saat 21.20 Hidden Valley yarış alanı 21’ de kapanıyor. Biz hala arabanın başında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Mekanikçiler frenlerle, direksiyonla uğraşıyorlar. Elektrikçiler bataryaları verimli kullanmak için ayarlamalar yapıyor, yönetim ekibi elimizdeki ÇOK ÇOK ÇOK ÇOOOOOOOK az parayla bu yarışı bitirmek için strateji belirlemeye çalışıyor. Burada su, içecek her şey sorun çünkü. Bir yanda kazanın izlerini temizleme çalışmaları… Dert bitmiyor.

Bu arada yemeklerimiz de yedik. Tabi ki yine barbunya pilaki, ton balığı ve meyve suyu üçlüsü.

Artık yarışın başlaması için sabırsızlanıyoruz. Bugün diğer ekiplere baktık. Teknik bilgi olarak ve uygulama olarak hemen hemen diğer ekiplerle aynı seviyedeyiz. Hatta çoğu ekipten de daha iyiyiz. İnancımız, umudumuz yüzümüzün akıyla bu yarışı tamamlamak. Üzerimizdeki yükün farkındayız ( Türkiye’de koltuklarından kalkmayıp sadece kendi saraylarında yaşayanlar hala bu olayın öneminin farkına varamasalarda…)

Bir Türk Güneş Arabası artık Avustralya çöllerinde…

İnternet buldukça yazmaya devam edeceğiz…

MBM

Tags:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir